Tokyo’dan Kyoto’ya Shinkansen hızlı treniyle rahat bir yolculuk yaparak 2 buçuk saatte vardık. Kyoto’ya geldiğimizde havanın Tokyo’ya göre daha sıcak olduğunu farkettik. Mesafeler daha yakın olduğu için bir taksiye atlayıp otelimize vardık. Otel ayarlarken şehir merkezine yakın yerler seçmeye çalışmıştık, bu seferki seçimimiz gerçekten de şehrin güzel ve hareketli bir yerindeydi.
Eşyalarımızı odamıza bırakıp Kyoto’yu keşfetmek için dışarı çıktık. Otelimizin hemen karşı kaldırımında bir çarşı girişi görüp oraya daldık. Bu upuzun çarşı onu kesen diğer yollarda da devam ediyor ve uçsuz bucaksız görünüyordu. Her butik, her pastane bize çok değişik göründü.
Burada da sokaklar Tokyo’da olduğu gibi tertemizdi. Arabaların soldan gitmesine, yerlerdeki işaretlere, her köşe başındaki trafik lambalarına neyse ki bir haftadır alışkındık.
Akşam olduktan sonra gezi kitabımızdan takip ettiğimiz bir yürüyüş rotası aklımızı başımızdan aldı.Pontocho adlı dar ve upuzun sokak geleneksel Japon mimarisiyle yapılmış iki katlı restoranlarla doluydu. Buralarda aynı zamanda geyşa eğlencelerinin düzenlendiği yerler ve çay evleri de bulunuyormuş. Karnımız aç olmadığı için hepsinin önünden hayran hayran bakarak geçtik ve bir akşam mutlaka burada yemek yemeliyiz dedik.
Kamo nehrinin müthiş gece manzarasını bir köprü üzerinde bir süre takılıp kaldıktan sonra inanılmaz güzellikteki Gion bölgesine geçtik. Kitabımızda okuduğum kadarıyla gündüzleri işe gidip gelen geyşaların güzergahları bu bölgeymiş, o yüzden de Gion’da geyşalara rastlamak mümkünmüş. Pek çok restoran ve dükkan bu saatte kapalı olduğu için Gion’u da bir kez daha gündüz gezmeye söz verdik.
Otele dönmeden önce gördüğüm en garip dekorasyona sahip olan, ünlü bir okonomiyaki (krep)’ci Issen Yoshoku’da merakımızdan bir krep alıp paylaştık (abartıldığı kadar güzel bulmadım).
Günü Kyoto’dan memnun bir şekilde tamamladık. Hemen ertesi gün planlarında kayboldum…